Selam arkadaşlar, bu benim saatler hakkında yazdığım ilk bloğum… Bir insan , özellikle bir erkek neden saatlere ilgi duyar ? Neden bir saat meraklısı olur ?
Ben size kendimce kendi hikayemi yazmak istedim… Tabi ki bu benim kendi hikayem.. Bu bir genelleme ya da genel bir önerme falan değil… Mutlaka ki her insanın kendine ait bir özel bir nedeni, bir hikayesi vardır… Bakalım benim yaşadıklarımdan bir sonuca varacak mıyız ?
Ben yaklaşık 8-9 yaşındayken ilk kez saatlere ilgi duymaya başlamıştım… Sünnetimde tabi ki bana da (bir çok erkek çocuğu gibi) hediye olarak bir kol saati geldi… Ama gelen saat; çelik bilezikli kocaman, bana çok büyük ve ağır görünen bir SEIKO yudu… Tabi ben bu saati çok büyük ve ağır buldum…
Bizimkilere bu saati kullanamayacağımı ama bir saat istediğimi söyledim .. Onlar da bana bu saati değiştirilebileceğini söylediler ve biz İzmir Kemeraltında bir saatçiye gittik…
Hiç unutmuyorum, babam ve ben bir yaz günüydü.. Vapurla Karşıyaka’dan Konağa geçtik ve Kemaraltında babamın tanıdığı bir saatçiye gittik… Ben bir saatçi dükkanın birinden içeriye bir girdim.. Aman Allahım…!!! UUvvv..!!!! O anı hiç unutamıyorum, bir anda gözlerim fal taşı gibi açıldı, kalbim yerinden fırlayacakmış gibi, küt küt atmaya başladı… Her tafarta binlerce parıldıyan, tıkırdayan saat vardı… İşte ben o gün saatlerin büyülü dünyası ile tanıştım…
O günlerde su altı belgesellerine ve balık adamlara hastaydım… Tek hayalim büyüyünce bir Oşinograf olup, okyanuslarda araştırma yapmaktı (Ben altmışlı yıllların sonunda doğmuş biriyim… Benim gibi çocukluğu tek kanalllı TRT ile geçen çocuklar Kaptan Coustoue ‘yu çok iyi bilirler)
Neyse ben onların kollarında o kocaman havalı dalgıç saatlerini görüyordum ve o nedenle benim de bir Dalgıç Saatim olsun istiyordum…
Dükkandaki sanırım her saati incelemişimdir herhalde … Saatçi amca, garibim o gün tüm öğleden sonrasını nerdeyse bana verdi… Sabırla babam ve saatçi amca bana onlarca/yüzlerce saat denettiler… Ve ben hi,ç unutmuyorum… Ben Kırmızı döner bezeli, Chronolu bir RIGI dalgıç saatine aşık oldum… Fiyatı da bayağı pahalı esasında, ama allem ettim-kallem ettim, babama yalvararak o saati aldırdım…
İşte benim saat serüvenim bu saatle başladı… Her gece yatağıma yatardım, ışıkları kapatıp onun fosforlarını seyrederdim… Sürekli dalgıç bezeli ile , takometresiyle, kronografı ile oynardım… Gece, gündüz, okulda, evde, yatakta, tatilde, denizde, banyoda , hiç ama hiç bir yerde onu çıkarmazdım…
Saat sanırım şu sate benzer bir saatti (ama chrono’luydu) (tabi tam bire bir aynısı modeli şu an bulamadım..)
Ardından yıllar yıllları kovaladı , benim saatlere ilgim hep oldu… Kimi zaman ilgim çok arttı, kimi zaman azaldı ama asla bitmedi… Daima mekanik saatlere büyük bir hayranlık duymuşumdur…
O küçücük kabının içinde onlarca dişlinin birbirlerine bağlı olarak harakat etmesi, çok küçük bir kuvvetle bir saatin saatlerle çalışabilmesi, eşsiz kadran tasarımları, detaylı komplikasyonları ile; saatlerin daima mühendislik ve sanatın bir bileşimi olduğunu daima düşünmüşümdür…
Düşünsenize; saatler bizi bu zamandan alır, ileri bir zamana veya geçmişe götürürler…
Tıpkı birer zaman makinası gibi
